3 Ekim 2008

Bozcaada

.

Güzel geçen bir tatilin daha ardından işte yine bilgisayarımın karşısındayım.
Herşeyden uzak, dingin, huzurlu mis gibi 4 gün.
En sevdiğim arkadaşlarım Eylem ve Yaprak ile birlikte Bozcaada.
İlk kez gittiğim Bozcaada'ya resmen kış gelmesine rağmen ve çok üşümeme rağmen aşık oldum.

Havası, insanları ve birbirinden güzel her mekanı ile bambaşka bir dünya.
Yaşanacak ve görülecek o kadar çok yer var ki...

Kaldığımız pansiyon şahaneydi. Sahipleri, temizliği, yeri, fiyat uygunluğu, herşey dört dörtlüktü. Bozcaadaya gidecek olanlara tavsiye olunur: Adonis Pansiyon. Nurcan teyzenin her saban elleriyle hazırladığı ege usulu kahvaltı ve ev yapımı reçellerinden bahsetmeden geçemem. Oğulları Burak ise çok sıcak kanlı ve yardımsever. Bize arkadaş olduğu ve birçok konuyla ilgili bilgi verdiği gibi gezi turlarımızda da arabası ile götürmek suretiyle bize eşlik etti.

Ada genel olarak lezzetleri ile bizi bizden aldı diyebilirim.
Ada kafe'de gelincik şerbeti soğuk ve sıcak hali(bu çeşidin adı nejat bey) ile bambaşka bir lezzet.
Şükrü Usta'da ev yemekleri ve mercimek çorbası soğuk günleri ısıtmaya bire bir.
Sandal restorant balık ve mezeler konusunda bir harika. Sokak arasındaki bu restorant servisi ve misafirperverliği ile de dikkat çekiyor.
Döneceğimiz gün Maria'dan aldığımız ev yapımı keçi peyniri çok kokmasına rağmen muhteşem lezzetli.
Sakızla yapılan herşey şahane. Muhallebi, un kurabiyesi, türk kahvesi...

Ve elbette şarap.
Her ne kadar içmekten pek hazzetmediğim bi içki olsada ada herkesin bildiği gibi şaraplarıyla pek ünlü. Haksız da sayılmazlar. Ben bile kendime keyifle içeceğim bir çeşidini buldum.
Tabii Şerif amca sayesinde. Çamlıbağ şaraplarının üreticisi. Tüm seriyi denemeyi tamamlatmadan ne alacağımıza karar vermemize izin vermedi :)
Corvus ve Talan şarapları da adanın diğer meşhur şarapları. Muhakkak iyilerdir fakat mağazalarda ilgi alaka pek olmayınca hiçbirşey denemeyerek (ki denetmeye gönüllü biri ile karşılaşamadık) Çamlıbağ'ı tercih ettik.

Kale, rüzgar gülleri, ayazma, manastır görülmeden dönülmeyecek yerler.

Müzeyi görmeseniz de olur. 5 liraya girişi olan müzenin gelişigüzel toplanmış eşyalardan meydana geldiğini görmek bizi biraz hayal kırıklığına uğrattı diyebilirim.

Kale ilginç bir şekilde dün yapılmış gibi duruyor. Türkiye'nin en iyi korunan kalesiymiş. Orada fotoğraf çekerken o kadar çok güldük ve eğlendik ki :)

Rüzgar gülleri büyülü bir havaya sahip. Güneşin batışı özellikle muhteşem. Tam karşıdan kıpkırmızı sulara gömülüyor. Mekan tam orada bulunan bir gemi batığından çıkarılan eşyalar ile ilginç bir havaya bürünmüş. Kocaman çarklar bir enstalasyon havasında denize nazır sergilenircesine duruyor. Eski bir motorsiklet, kantar, bisiklet, tava, karavan...İlginç...

Ayazma bizim için yürüyüş mekanı oldu mevsim itibarı ile ama yazın eminim havlu sermek için boş alan bulunması zor bir yer haline geliyordur.

İşte bu yenilen, içilen ve gezilenlerin ötesinde ben şu kısacık tatilde çok dinlendim.
Kafamı boşalttım, bütün stresimden arındım.
Tabii gitmeden önce çözdüğüm kocaman sorunumun da etkisi vardı.
(şimdi hiç yeri değil ama eklemeden edemeyeceğim : Emre is my hero. Bana hayatımın en büyük hediyesini veren adam. İlah. Kahramanım. Süper insan)

İŞte böyle. Ben bu tatilde özet olarak şunu yaptım: yedim, içtim, yürüyüşler yaptım, bol bol kitap okudum ve fotoğraf çektim. Ve tabii gelir gelmez de o fotoğraflardan kısa bir düzenleme.
Buyrunuz..

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Yazdıkların çok hoş ve farklı..
Mümkün olan en kısa sürede tanışalım..