31 Mayıs 2006

Sebepler Sonuçlar

Dün bu eve ilk kez yemek sipariş ettim, kıymalı pide istedim, yerken domatesi yere düştü, almaya üşendim, bu akşam üzerine bastım ayağıma yapıştı.

Bir sigara yaktım, sigaranın içinden bi parça ateş elime düştü, sol elimin işaret parmağının üzerini yaktım, çığlık attım.

Kokulara karşı hassasiyetim var, çağrışım yapıyor, nevresimleri değiştirdim, yıkamak için çamaşır makinasına koydum, göze deterjan koyarken elim bir an titredi, döktüm, şarjlı elektrik süpürgesini aldım, süpürdüm.

Saçma oyunlarım var, herhangi bir kanal açayım istedim, evde ses olsun dedim, içimden bir sayı tuttum, 32 dedim, powerturk çıktı, Emel 'hovarda'yı söylüyordu, Seray Sever oynamış, tanrı hiç bir kadını böyle yapmasın diye içimden geçirdim.

Memedali'nin mezuniyet bitirme heykeli bir sergi için seçildi, "cv yazılması gerekiyor" dedi, Hakan'ı aradım, profosyonel destek aldım, gece 24'e kadar oturdum yazdım, gönderdim, "böyle birşey istemiyorlar" dedi, kavga ettik, birbirimizin yüzüne telefon kapadık, üzüldüm.

Parfümüm bitmiş, deodorant sıktım, deodorant pudralıymış, yeni bluzum leke oldu, yıkadım, renkleri birbirine karıştı, bir miktar parayı daha çöpe attım.

Kaşımı aldırdım, Sevgi yoktu, Nuray aldı, fazla almış, kaşım inceldi, inceldiği yetmiyormuş gibi biri ince biri kalın olmuş, Meloş fark etti.

Power Turk'de Şebnem Ferah çıktı bu kez, çakıl taşları'nı söyledi, altında ağ olmadan yerden yükseldin mi? dedi, düşündüm,
tam zevkine varmışken birden yere düştün mü sen?dedi, düşündüm, sık sık oluyor dedim, bir sigara daha yaktım.

Aldığım çileğin tamamını yıkadım bir kaseye koydum, ayırmaya üşendim tamamını yanıma aldım oturdum, bir taraftan yazdım, bir taraftan yedim, yarım kilo çilek yediğimi fark ettim, utandım.

Çok öksürdüm,sigarayı bırakmaya karar verdim, ne zaman içmeye başladığımı hatırlamaya çalıştım, hatırladım, efkarlandım, bi tane daha yaktım.

Evin tam karşısındaki 'Mahur Cafe'de kalabalık dikkatimi çekti, içeri baktım, Mehmet Altan, Eşber Yağmurdereli ve Murathan Mungan'ı gördüm, içeri girsem istedim, giremedim, hayıflandım.

Eylem beni aradı, telefonum çekmedi, konuşamadık, vapura bindim ben onu aradım, telefonum çekmedi, yanımdaki kız çatır çatır sevgilisinin ağzına sıçıyordu oysaki, eve geldim aradım, konuştuk, ani bir mauuuvvvvv sesi gelince irkildik, Özgür'e sorduk, sari eve erkek atmış, taktir ettim.

Gazi Üniversitesi mezunları sergi düzenleyeceklermiş, babam "o iş öyle olmaz" dedi, Nevzat sponsor buldu, babam el attı, sergi kapsamı arttı, en az 500 sayfalık bir kitap yapılması kararlaştırıldı, benden istediler, peşin çalışırım dedim, eskiden Nevzat'ın bana attığı 1000 dolarlık kazık geldi aklıma, nasıl büyüdüğümü anladım.

Önemli bir mail göndermem gerekiyordu, telefonda mail adresini aldım, yazdığım kağıdı yanlışlıkla çöpe attım, iş bitip maili gönderme zamanı geldiğinde fellik fellik arandım, fark edince ne bok yediğimi elimi çöp kutusuna daldırdım, sabah içtiğim poşet çayın ıslaklığını hissettim, iğrendim, öğürdüm.

off yeter sıkıldım...

30 Mayıs 2006

Bugün...

Bir sıkıntı var anlayamadığım, anlatamadığım...
kah susmak bunu dağıtmak istiyorum...
kah bağırmak isyan etmek...
Ama bağırsam da sesim çıkmaz ki...
bunu biliyorum...

24 Mayıs 2006

Datça'yı Özledim

Ah bu ben kendimi nerelerde bulsam
Çekilsem sahillere hayaller mi kursam...




Yattığım yerden kadraj bu kadar oluyo.

22 Mayıs 2006

Ufak Bir Mola

Herkes yapar mı bunu, benim gibi oyunlar oynar mı kendi kendine bilmiyorum. Ufak tefek oyunlarım var sıkıldıkça oynadığım. Saniyelik, saçma sapan şeyler. Binlerce şarkının olduğu itunes listemde gözlerimi kapayarak herhangi bir şarkının üzerine tıklamak gibi. "Hadi bu benim ruh halimi yansıtsın bakalım" gibi bir de görev yüklüyorum zaman zaman.
Vardır herkesin böyle huyları değil mi? Sadece ben yazarak meşrulaştırıyorumdur.

Şimdi yine deniyorum.. Bakalım ne çıkacak?
.
.
.
Tam Ortasındayım...MFÖ....

Hımm.. sözler?
...
tam ortasındayım yolun
koşunun ortasındayım
tam varıyorum ki hedefe
bir yenisi başlıyor...

Tatil Notları

Uzun geçen keyifli bir tatil oldu.

Öncelikle şunu söyleyeyim ki çok çabalamama rağmen, yazmak için bilgisayarın başına geçeli yarım saat geçmiş olmasına rağmen perşembe akşamını hatırlamıyorum :) Hakkaten hatırlamıyorum. Yaşlanma belirtisi? Hayır hayır değil!!!

Cuma sabah Memedali olabilecek en sevimli ses tonuyla uyandırdı beni. (Saat 13.00 gibiydi, hala kafamda sabah olarak yer etmişse perşembe akşamı hızlı geçmiş olmalı. alla alla hala hatırlamıyorum) "ekiiinnn kardeşin için bugün ne yapacağını hatırlıyormusun?" Hımm biraz düşünürsem hatırlarım.
Kardeşden habersiz anne aradı ardından bir 5 dk. sonra yan odadan :) "Haydi kalk Fenerbahçe'de dayınlar bekliyor bizi." Yauv bi aranızda anlaşın sonra arayın beni.
Karar verildi. Hızlı bir hazırlanış ve apar topar bir çıkış yaptım. Anne alınacak önce. Hedef Romantika cafe, çok açım.
Hava muhteşem, kokular ise baş döndürüyor. İstanbul'a olan hayranlığım deniz kenarında olduğumda artıyor. Karar verdim ben yazın seviyorum bu şehri. Kışın ise kaçma isteğim en üst noktalara çıkıyor.


Aile sanatçı, aile dünyaya proje için gelmiş, Oturuldu, konuşuldu, paylaşıldı, fikirler verildi alındı. Çok güzel şeyler olacak.
Anne bırakıldı kardeş alındı.
Budakhan'ın yolu tutuldu. Hemen karşı dükkan. Aile dövmecimiz kendisi. Saçlarını kestirmiş ama hala yakışıklı.. öhö öhö neyse ne diyorduk...Gidildi ve memo'nun zamanında yaptırdığı dövme gösterildi, düzeltmesi istendi. Tutar öğrenildi ve bu plan uzuuuuuuun bir zaman sonra gerçekleştirilmek üzere ertelendi. (Yuh diyoruz resmen yatırım mahiyetinde bir bedel.)
Sonra Kadıköy'de ne kadar nalburiye varsa gezilerek uygun ölçüde şakül arandı. Şakül evet. Yok yok bizim oğlanın şakülü kaymadı. (yauv çok yakışıklı bi kardeşim var beee..Aslanım benim.) Bitirme ödevine mi takacakmış ne. Heykel yapıyo da kendisi.
Hazır aşşağı inmişken Yazıcıoğlu'ndan boş cd alındı. İndirilen yeni albümler kaydolacak abla için :)
Yıllardır vermiş olduğum bir sözü gerçekleştirmenin zamanı gelmişti. "Çalışırsam bir gün sana istediğin gibi bir deri ceket alacağım" demiştim. Kısmet bugüne hadi bakalım dedi bizimki. Yeni taşındık para yok falan dedim ama ı ıh.. İnsafsız..Neyse sen yeterki böyle iyi ol, yeterki benimle ol her bişeycikler yaparım dedim veeee atladığımız gibi caddeye indik. (yok be kardeşim cadde çocuğu değiliz. İstanbul'un en ucuz dericisi RRM orada. Valla bi ayakkabılar aldım aklınız durur. ehehe valla ucuz yaa. Yoksa 4 çift ayakkabı nasıl alayım. bir yuh da kendime)
İkimizde mutlu mesut mahallemize geri döndük. Evli evine köylü köyüne. Giriş o giriş o akşam dinlence.

Cumartesi sabah anne uyandırdı bu kez. Hızlı bir hazırlanış ve apar topar bir çıkış daha yaptım. Ben yine çok açım. Pan pan'ın kokusu ta evin ordan duyuluyor. Anne ile köşede buluşuldu. Hedef Kemal'in yeri iken yer bulamadığımız için moda çay bahçesine kaydık.
Hava yine muhteşem, kokular yine baş döndürüyor. Hımm İstanbul'a hayranlığım hoşlanmaya doğru yol alıyor.


Öğlene kadar oturmuşuz orada. Akşam oluyor ve bir grup arkadaş ile Mojo'da Circus Band eşliğinde "eskilerden de çalsalar ya" diye dua ederken buluyoruz kendimizi. İstiklal caddesine ait bir kaç not: İstanbul'da benim için sadece yazın var olan bir mekan da burası. O kadar farklılaşıyor ki gözümde. Gecenin bir yarısı bile güzel. Şimdi beni bilenler "gece yarısı? Ekin? İstiklal? Güzel?" diyecekler içlerinden. Ne zaman güzel oluyor? Tabii güvende olduğumu hissedersem. Güvendemiydim? Şüphesiz.


Pazar sabah saat 13.00 gibi uyanıyoruz yine. (tatil günleri benim sabahım saat 1 anlaşıldı. Ama hala perşembe akşamını hatırlamıyorum.) Şahane bir kahvaltı hazırlıyoruz kendimize, ballı, sosisli, peynirli... Çok şükür sandviç yemekden kurtuldum.
Derken huzurumuz boktan bir şekilde kesiliyor. Küfür etmiyorum yahuu, hakkaten boktan. Tuvalet taştı. Birimizin elinde lavabo açıcı (ne işe yarayacaksa) birimizin elinde kaynamış su bi taraftan gülüyor halimize bir tarafdan ne bok yiyeceğimizi düşünüyoruz. Kapı çalıyor gelen anne. Vazgeçip bokla uğraşmayı kendimizi dışarı atıyoruz. (Yaz kesin geldi. Kendimi içeride tutamıyorum) Öyle bir yollardan yürütüyor ki bizi, yaşadığımız şehri ilk kez görmüşcesine çığlıklar atıyoruz. "bu nasıl bir güzellik bu nasıl bir manzara."
Hava tabii ki yine muhteşem, kokular tabii ki yine baş döndürüyor. İstanbul'a karşı hoşlanma duygum aşk olmaya doğru yol alıyor.
Sahil yürüyüşü Babamın atölyesinde sonlanıyor. Bir tekerrür yaşıyoruz. Aile sanatçı, aile dünyaya proje için gelmiş, Oturuldu, konuşuldu, paylaşıldı, fikirler verildi alındı. Çok güzel şeyler olacak bu projede de. 'İskele radikal'. Hoydabre..
Şimdi İstikamet çocukluk arkadaşım Başak, can ciğer kuzu sarmam. Doğuma 7 hafta kalmış. İpek hanım bekleniyor heyecanla. Yanmışız. Çok hareketli bir kız olacak şimdiden belli. Kıpır kıpır. İlk kez bir bebeğin kıpırtılarını dışarıdan bakarak gördüm. Mucize gibi birşey. Klasiklere ise alıştım. Albüm gösteriyor yeni doğum yapanlar. Doğurmamış olanlar ise hareketli ultrason görüntülerini dvd den.
Geçen hafta yapmış olduğum 3 bebek ziyaretinin üzerine bir de hamile ziyaretinin ardından akıllı uslu evime dönüyorum. Bok basmış tuvaletimle başbaşayım.
Problemi bir tesisatçı havasına bürünerek gideriyorum. Ardından temizlik. Tatili sonlandırmaya hazırım.

Güzel, hızlı, eğlenceli bir tatil oldu. İstanbul'a bir kez daha aşık oldum. Bu yaz kendisi ile özel olarak ilgilenmeye karar veriyorum.


Bu hislerle dingin, huzurlu bitiriyorum işte tatili bu gece. Perşembe akşamını hala hatırlamasamda yarın sabah saat 6 da uyanmam gerektiğini biliyorum...

Bi dakka bi dakka hatırladıııımmmm... Kakay ile beraberdik Perşembe akşamı. Evde olmak istememiştim, özlemişdim de, ben gittim onlara, Akay yoktu. Yemek yedik, Eurovision yarı finalini izledik, yayıldık... Oh bee..Yaşlanmıyorum.. Biraz zorlandım ama hatırladım.:))

18 Mayıs 2006

İki Mars Bir Oyun


Yıldızlar, gökyüzü seviyorum uğraşmayı. Son bir kaç yıldır astrolojik dizilimlerine de inanıyorum hatta. Her gezegenin dünya ile mesafesi-konumu değişince tüm ruh halimizin değiştiğine de inanıyorum. Hala pek bilimsel bulmamama karşın evet inanıyorum astrolojiye.
Mars ile ilgili bir mail aldım onun için açtım bu konuyu şimdi. Nerden çıktı durup durmadık yerde demeyiniz efem...

Mars astrolojide fiziksel gücü, enerjiyi, fiziksel zevkleri, hareketliliği, cesareti, özgürlüğü sembolize eden gezegendir. Şu "yıldızınız bilmem ne evinde" falan dedikleri durumda mars burcundayken kişilerin cinsellik aktivitelerinin de arttığı yazar hep. (yazıyolar valla, ben özel bir araştırma yapmadım konu ile ilgili) Yani "aman bu aralar pek bir özgürlüğüme düşkün oldum, gözüm pek dışarılarda, böyle bir enerji var bende" dediğiniz zamanlar işin içinde Mars'ın parmağı oluyor yani.

Gelen mail ise şöyle: Mars Ağustostan itibaren geceleri gökyüzünün en parlak cismi olacak, çıplak gözle dolunay kadar büyük görünecekmiş. 27 Ağustos'ta Mars dünyaya 34,65 milyon mil yaklaştığında en büyük göründüğü gün olacakmış. 27 Ağustos gecesi 00:30'da gökyüzünü
izlememizi tavsiye ediyorlar. Dünyanın iki ay'ı varmış gibi görünecekmiş. Mars'ın dünyaya bu kadar yakın geçeceği bir sonraki tarih 2287 yılıymış. "Bugün hayatta olan hiçbir kimse bu olayı tekrar göremeyecek" diye de dahiyane bir saptama yapmışlar.

Saptadıkları konuya bak. Marsdan bahsediyoruz. Enerji diyoruz. Şunu demeleri gerekmez mi: "Mars'ın dünyaya en yakın geçeceği tarih. Hepiniz kendinizi eve kilitleyin. Aman diyim bugün hayatta olan hiçbir kimsenin bir daha gözü bu kadar dönmeyecek"

Dolunay insanın feleğini şaşırtıyor zaten yanında bir de Mars olacak bonus olarak.
Takvime baktım Pazar gününü Pazartesine bağlayan gece 27 Ağustos...

Neyse. Böyle işte.

17 Mayıs 2006

Bıdı Bıdı Bıdı

Bana bir haller oldu. Sebebini bilmiyorum. Çenem bir açıldı son günlerde sormayın gitsin. Konuşurken, yazarken söylemem gerekenin, yazmam gerekenin iki katını söylüyorum. Normal bir cümleyi detaylandırdıkça detaylandırıyorum.
Kolibasili'nin bloguna comment yazdım görünce şok olacak. Destan sanki mübarek.
Premathe bana günaydın dediğine pişman oluyordur eminim hergün.(son iki akşamdır iyi geceler demeden kaçıyor zaten. ahahahaah)
Dün bir toplantı yaptım (ki 4 yıldır standart her yeni ajansa verdiğim dersler, saçma) ortalama 1 saat süren toplantı oldumu 2.5 saat. Bir de içimden diyorum ki "abicim bi kalkın gidin yaa, işimiz gücümüz var, bak hala dinliyo beni" ahaaaha.. dinler tabii. Susmadın ki. Adamlar içlerinden ne diyorlardı acaba. "amaaannnnn bunu alan yanmış, ne çeneymiş be kardeşim. Altı üstü boktan bir e harfi ve nerede kullanıldığını anlatacaksın yani"
Ay bilmiyorum işte. Bildiğim tek şey çok konuştuğum. Kardeşim söyledi geçen cuma günü. Tıngır mıngır gidiyoruz böyle, ben sürekli konuşuyormuşum. "Ekin bi sus yaa, önüne bak, her arabaya bişey söylüyosun" dedi.. Dedi de dediğine pişman oldu. Aahaahah bir yığın da ona konuştum.. "ay görmüyomusun şehir magandasını sinyal vermeden nasıl kırdı önüme yaaa, bunlar böyle hergün neler yapıyor. geçen akşam gidiyorum ben böyle..." ahahahaaah
(ya bu arada ben niye yazının aralarına travis gibi kahkaha efekti koyuyorum? ahaahaah iyiymiş ama.)
Bahar geldi kış rehavetini attım ondan sanırım bu çene açılma durumum. İçinden "aman kış gelsede acık sussa artık" diyenleri duyar gibiyim. Aşk olsun yaaa..(olsun tabii yaaa)
Ahaahaah tamam tamam sustum.. Bahar benim başıma vurdu. Hişş Pre!! Alsana şunun yarısını benden olum...

Not: Yazıda adı geçenler, beni tanıyıp da bu yazıyı okuyanlar size sesleniyorum.. Yorum yazın.."Hayır Ekin biz senden memnunuz" diyin..."Çok konuşmuyorsun" diyin. Yada tamam insaf edelim: "çok konuşuyorsun ama seviyoruz biz seni böyle" diyin.. Huuuu... nütfen... doktora gitcem yoksa valla, dudaklarımı, parmaklarımı diktiricem :)))

14 Mayıs 2006

Gözlerine Bakarken

İşte şimdi, tam da şu anda bu şiiri bizzat ben, kendi şahsıma hediye ediyorum.
Teşekkür ederim canım, bitanesin.

Gözlerine bakarken
Güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,
Bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde
Kayboluyorum...
Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,
Durup dinlenmeden değişen ebedi madde gibi gözlerin:
Sırrını her gün bir parça veren
Fakat hiç bir zaman
Büsbütün teslim olmayacak olan...

Nazım Hikmet

12 Mayıs 2006

Şakşako



'Pampalpişo' yazısının sonunda bahsettiğim 'şakşako' konusuna geldim. Aslında amacım yazı falan yazmak değil. Fotoğraflarımı paylaşmak. Onun için uzatmaya da gerek yok düşüncesindeyim. Efendim karşınızda 'şakşako'.

İsminin nerelerden gelerek bu hali almış olabileceği hakkinda yaptığımız fikir alışverişleri sonucu tam bir sonuca varamadık babamla. Dialog şöyle gelişti.

İ.Ç: Renginden kaynaklanan birşey olmalı. Güneydoğu insanı renk cümbüşünü sever. Bu kırmızı çok şiddetli, etkilemiş olmalı. Fonetik yönleri ağır bastığı için tanımlamaları da o yönde. Şakşako. Tam da o rengin şiddetinde. Dolu dolu.

E.Ç: ahaahaha bence de fonetik. Ama bana kalırsa rengi ile alakalı değil. Direkt olarak yapraklarının fiziksel özelliğinden kaynaklanıyor. Hemen kopan yaprağın değerlendirilmesine yönelik bir çaba. Avucu yumruk yapmak suretiyle üzerine konulması ve diğer avuç içini üzerine hızlıca oturtarak çıkarılan sesi daha çok anımsatıyor sanki. Tam da o sesin şiddetinde. Dolu dolu.

İ.Ç: ahaahaahaa.. Biz seni kız çocuğu olarak yetiştirdik değil mi?

E.Ç: Sanırım. Ama arada bir boşluk var. ahaahaaha...

İ.Ç: Şu resmin adını değiştirsek mi ne dersin?

E.Ç: Hangisinin?

İ.Ç: Bunun işte...Şakşako yapalım...Benim anlattığım ve senin tanımlaman cuk oturuyor. ahaahaah...

E.Ç: Bi kadeh daha?

10 Mayıs 2006

Pampalpişo




Bunun adını bilen var mı? Ben bilmiyorum. Daha doğrusu biliyorum ama benim bildiğimi de kimse anlamıyor. Benim bildiğim diğerlerinin bildiğinden farklı yani. Sanırım şimdi de ne dediğim anlaşılmıyor değil mi.
Baştan alalım anlatmaya peki...
Şimdi şu solda görmüş olduğunuz bitkinin adına Urfa da 'pampalpişo" deniyor. Ve ben bu ismi çok seviyorum. İnanılmaz fonetik geliyor. Sanki o görüntünün üzerine tam oturan kelime buymuş gibi. -pampal- bölümü onun uçuşurken yarattığı efekt sanki, -pişo- kısmı ise sevimli ve çocuksuluğu çağrıştırıyor. İşte benim kulağıma çok hoş gelen bu objesine cuk oturmuş kelimenin genel kullanılan adını merak ediyorum. Pampalpişo kadar kulağıma hoş gelecek mi acaba...
Bir de 'şakşako' vardır ki, onu da sonra anlatırım.

9 Mayıs 2006

Alis Hanım'a da bir küçük yazı..



Şu güzelliğe bir bakarmıyız. Kızımız alis işte bu. Öğrenciliğimin son yılında Eskişehir'de kendini sevdirdi sevdireli bizimle. Bir avcumun içine sığacak büyüklükdeydi benimle İstanbul'a geldiğinde. Şimdi pek büyük olduğu söylenemez ama sesi epey bir gelişti.
Çok uzun anlatmayacağım. Çünkü Alis bu. Bilen çok iyi bilir ki: Alice anlatılmaz yaşanır :)

Kısır Bahane Dostlar Şahane



Herhalde her Türk evinde yapılan ve çok sevilen lezzetlerden biri de kısırdır. Kişiye göre yapılışı değişen ilginç bir yemek.Aslında elim de gitmiyor yemek demeğe bu meze vari yiyeceğe amaaaaaaaaa...

Dün akşam dostlarla bir kısır partisi yaşadık ki dillere destan. Eylem ile uzun zamandır sayıklar hale gelmiştik. Ve tam iş çıkışı “nasılsın iyimisin” konuşması yapmak amaçlı ahize kaldırıldığında dialog kendiliğinden gelişti; akıllardaki dile döküldü:

- Eylem! kısır diyorum..
- Diyosun?
- Dedim bile!!
- Kabul ediyorum.
- Hadi tutma beni, Telefonu kapatıyorum, işim var :)

Kısır tabii bu. Öyle yapılınca 2 kişilik de olmuyor. (Gerçi ikimize zaten 2 kişilik yetmez ama neyseeee) Elimin ayarı da yok zaten, e uzun zamandır görüşülmemiş, özlenmiş canlar da var...Koy biraz daha bulgur leğene iyisimi.

Hemen organize olup kadroyu oluşturduk. E biz kalabalığız kardeşim. Bir araya geldiğimizde hep ‘cahil periler’ filminin balkonda yemek sahnesi geliyor aklıma. Aynen bizde de öyle. Aynı sahne. İtalyanlar gibi; masa etrafında, herkesde bir çene, bir mutluluk, bir gürültü... Bayılıyorum. Espiriler, kahkahalar havalarda uçuşuyor. Akay’ın nereden bulup söylediğini hala anlayamadığımız kelime öbekleri, Hakan’ın anıları, Eylem ve benim laf yetiştirmeye çalıflmalarımız ama gülmekten tıkanıp bi halt söyleyemeyişimiz, “ama amaaaa” larımız...Melike’nin arada bir espirileri ciddi sanmaları, Akay’ın onu dürtükleyerek şaka yaptığını ifade edişi. Kahkahalarımız, kahkahalarımız...
İyi ki varsınız.



Ne diyorduk? Hah kısır!! Güzel bir yiyecek işte. Sırrı nar ekflisi+limon suyu ikilisinde. Hadi asıl sırrı da açıklayayım. Aslen Mardin’li olan anneanneciğimin yadigarı önemli bir tiyo, bir kenara not edin: bir tutam tarçın ve bir tutam karanfil..
Afiyet bal şeker olsun. Ama daha önemlisi inşallah sizin de paylaşak böyle dostlarınız olsun.

Demet Demet Olsun Kucakları Doldursun



Coşku, özgürlük, dostluk, mutluluk, gülümseme, sevinç, heyecan, umut, masumiyet, sadelik, hafiflik, sevgi, ve elbette aşk mevsimi bahar. Ve onun çiçeği PAPATYA.

En sevdiğim. Sadece anmak için öylesine yazmak istediğim. Sebebi yok. öylesine.

Datça'dan haberler geliyor: "papatyalar var her yerde. insan boyu oldu. her yer, her yer papatya"
Heyecanlanıyorum, gitmek istiyorum. Sadece onları öyle çoşkulu görebilmek için. Bir kucak dolusu bile yetmediği için. Uçsuz bucaksız o güzelliği hafızama kaydetmek için.

seviyorum sevmiyorum seviyorum sevmiyorum seviyorum sevmiyorum seviyorum...

-----------------------------------------
Boynu bükük bir papatya olduğuma bakıpta
Senden vazgeçtim sanıp sakın aldanma
Yedi kat yerin altından örgütlenip
Takılıverdim saçının arasına
-----------------------------------------

2 Mayıs 2006

İsteyene bir çorba tarifi

Bilen çok iyi bilir ki Ekin kişisi yemek yapmayı çok sever. Yaptığı yemekleri paylaşmayı daha çok sever tabii. Sık sık dostları ile biraraya gelerek sohbetler eşliğinde yeni tatlar denemeyi bir de.
Hazır çorba demişken en sevdiğim çorbalardan birinin tarifini paylaşmak istedim. Gün itibarı ile hastayım ya canım istedi sanırım. Eveeetttttt:

FESLEĞENLİ DOMATES ÇORBASI
----------------------------

Efendim orta büyüklükte 3 adet domatese ihtiyacınız var. Şansınız var ise kokulu olanlarından bulursunuz da çorbanız bişeye benzer.

Bu domatesleri bir tencereye rendeliyorsunuz. Üzerine tuz ve biraz zeytinyağı gezdirerek kapağını kapadığınız tencerede pişmeye bırakıyorsunuz. Benden süre ve miktar istemeyin imkansız. Veremem, göz kararı hepsi.
Efenim sonracııma pişen domatese bir miktar da suda ezilmiş domates salçası karıştırıyorsunuz ve üzerine çok olmamak koşuluyla azıcık da su ilave ederek kaynamaya bırakıyorsunuz.
Yaz mevsiminin geliyor olmasına güvenerek 'fesleğen' diyeceğim size. Evet, fesleğen mis kokulu bir ot. Hangi yemekde kullanılırsa kullanılsın bambaşka birşey oluyor.

Kaynamakta olan suya attığınız şehriyeler pişerken siz de fesleğeni yaprak yaprak ayırabilirsiniz.
Tercihe göre sarımsak ve limon da ilave edilebilir bu sırada çorbaya elbette.
Şehriyeler pişip çorbanın üzerinde hiç köpük kalmadığında indirebilirsiniz ateşten. Ve ayırdığımız fesleğenleri koyup üzerine kapağını kapatabilirsiniz. İşte hazır.
Hımm.. kokusunu duyan var mı???

yok mu bana bakacak biri?


Haftabaşı itibarıyle yakaladı beni yine bu meret. Faranjit, bronşit.. Her isim takıldı kendisine. Soğuk algınlığı değil ama. Daha çiddi geliyor kulağa diğer isimler diye sanırım, korkuyorum.
Ateş, ağrı, uyku ne arasan var. Hastalanacağımı hissettiğim an önlemlerimi almaya başladım ama ne çare. Kaçış yok. Herzamanki gbi yine çok ağır ellerindeyim vicdansız hastalığın. İş yerinde olmak cabası. Kafamı kaldıramıyorum, gözlerimi açamıyorum...Sabahtan beri hayal kuruyorum: "şöyle güzel bi tas çorba olsaydı şimdi"... Hain Orchant'a söyledim "bi mercimek çorbası olsa, şöyle süzme..yaparmısın" diye.. "mercimek süzemem ama göz süzerim" dedi...İnsanın böyle dostlarının olması ne şans değil mi :)
Neyse gelelim anlatmak istediğim konuya asıl. Çocukluğumdan beri hiç nazım kaprisim yoktur. Her işimi kendim halleder, her zorluğun üstesinden gelirim. (zaman zaman iyi birşey olmadığını düşünsemde.) Ama bu hastalık zamanları yok mu.. ah bitiriyor beni. Dünyanın en zayıf kişiliği haline geliyorum. Herkes sorsun nasılım diye, koşuştursun insanlar iyileşeyim diye, korksunlar bana birşey olacak diye, ekstra sevgi gösterileri düzenlensin istiyorum... Normal mi, herkes böyle olur mu bilmiyorum ama ben böyle olmayı seviyorum. Sanırım hastayken baskıladığımız duygularımız ortaya çıkıyor. Bünye ile beraber ruh da zayıflıyor. Bakışlarım değişiyor, hastalıktan dolayı baygın olan gözleri bu ruh hali içinde bir kat da ben bayıltıyorum.. ohhh şahanee...
Annemi aramadım daha. Arasam hemen gelip birşeyler kaynatacak şakkadanak iyileşicem biliyorum. Ama sonra yapamıycam bu kaprisleri. Sırf bu yüzden şirket doktoruna indim. 5 değişik çeşit ilaç yazdı. Hah işte budur. Şimdi yavaş yavaş iyileşirim.

Hepsinin saatlerini akılda tutamayacaım için yazdım bir kaıda. Her saat birey. Aslında birini görevlendirmek vardı ya bunları bana hatırlatacak.. Var mı gönüllü acaba.. hımm ben bi bakınayım etrafa.. ayyyy.. çok hastayııımmmm...

1 Mayıs 2006

deneme bir kii






İnternet dünyası ile tanışmamın üzerinden çok uzun zaman geçmiş. Ancak dahil olmaya hevesleneli (yada yelteneli diyelim) çok zaman olmadı. bütün bunlar ekşi sözlük maceramla başladı. sonra sayısız siteye üyelikler derken bugün bunu deniyorum. Bakalım.. Hoşuma giderse devam eder gitmezse kestirip atarım şimdiden söyleyeyim..