7 Eylül 2006

Çılgın Gençlik

Rock'n coke'a gittim efenim. Hem de 30 yaşıma girdiğim günün hemen ertesinde. Ama görünen o ki bende hala iş var. (neden olmasın ki alla.. çık bu psikolojiden artık hadiii)
Sabahları taaa Çatalcaya araba kullanıp, orada kudurup kudurup bir de gecenin bir yarısı o yorgunlukla eve gidebildim. Üstelik Pazartesi işe de gayet dinamik geldim. Orada teenager'lara taş çıkaracak derecede enerjik olduğumda söylenebilir :)
Konserler güzeldi. En bi şahanesi Muse'du tabii. Vega'nın hastasıyım. Placebo hımm iyiydi.

11 Ağustos 2006

Ekin Gider!

Eveetttt.. Son kontroller: terlikler..diş fırçası, güneş kremlerim, dövme-ler- için 60 faktör korumayı da unutma, pijama, mp3 player için yeteri kadar pil var mı? hımm 10 adet yeter sanırım, kas gevşeticilerim, serin çıkarsa diye bi şal, kitabım, fotoğraf makinesi! fotoğraf makinesi nerde yauvv.. aman tanrımmmmm! iş yerinde unuttum. biletim, biletim nerde? hımm cüzdanda tamam. aaa..şarj aleti, telefonum...evet herşey tamam görünüyor. sigortaları kapamadan önce zamanım var. bakalım biraz bloğumuza.

Evet sevgili dinleyicilerim; Haziran tatili, arada haftasonu tatilleri derken bu yazı muhteşem geçirme sözümü tutuyorum. Ve şimdi yine Datça yollarına düşme hazırlığını tamamlamış bulunmaktayım. 10 gün kafa dinlenecek. Plan program hazır. Kuzen şu an yolda. Assos'dan çıktı, sabah beni Datça'da karşılayacak. Annemin haberi yok süprüz yapıcaz. Yarın akşam metaor yağmuru var ve ben gördüğüm en muhteşem gökyüzünün altında olacağım. Oh oh..Hadi bakalım kazasız belasız (son tatilden sonra ağzım alıştı bu laflara)

E hadi bana müsade. Görüşürüüükkk. Kalın sağlıcakla.

25 Temmuz 2006

İşte Şimdi, Tam da Şu Anda...

İş yerindeyim. Kulaklığım kulağımda. Ena Ventura dinliyorum...

Herkes iş yaptığımı zannediyor ama ben denize bakan bir tepedeki evimin bahçesinde köpeğimle oynamaktayım...

Herkes iş yaptığımı zannediyor ama ben yanınımda oğlumla beraber deniz kıyısında taş sektirmekteyim...

Herkes iş yaptığımı zannediyor ama ben sevdiklerimle beraber mükellef bir rakı masasının etrafındayım...

Herkes iş yaptığımı zannediyor ama ben çoktan ölmüş anneannemden dinlediğim ninnileri duymaktayım...

Herkes iş yaptığımı zannediyor ama ben köyümün o saman, tezek ve sıcak ekmek kokulu sokaklarında dolaşmaktayım..

Herkes iş yaptığımı zannediyor ama ben çocukluğumun boş arsalarında toz toprak içinde oynamaktayım...

Herkes iş yaptığımı zannediyor ama ben hala annemin o sabun kokan çeyiz sandığını karıştırmaktayım...

Herkes iş yaptığımı zannediyor ama ben denizin kenarında elimde oltayla kefal yakalamaktayım...

Herkes iş yaptığımı zannediyor ama ben için için ağlamaktayım...

10 Temmuz 2006

Geldim geldim de...

10 gündür tatil dönüşü hikayelerimi yazayım istiyorum, "oh oh aman da ne güzel dinlendim" demek ve o keyif içinde geçmiş dakikaların fotoğraflarını sizlerle paylaşayım istiyorum. ancaaaakkkk... Valla çok üzgüüm ama içimden gelmiyor. Bi isteksizlik, bi yorgunluk. bi enerjisizlik...

Birincisi: zaten tatilin son iki günü tabiri caizse 'bok gibi' geçti. Çünkü olanca sakarlığım ve salaklığımla merdivenlerden düştüm. Düşüşü tam belimin üzerine gerçekleştirdim. Nefesim kesildi, kırdım beli zannettim. Havuç yağı sürerek bronzluğuma bronzluk katarak fıstık gibi bi hatun olmayı hayal ettiğim iki günü cibinliğin içindeki yatakta, sırtüstü yatarak geçirdim.

İkincisi: sonrasında gelişenler elbette. İstanbul'a ayak basar basmaz hastaneye gittim ve mr, röntgen ne varsa çekilince tahminimden daha fazla sakatlandığımı anlayınca hepten keyfim kaçtı.
Yok efendim ileri derece doku zedelenmesi, yok efendim sinir zedelenmesi, doku altı iç kanaması...Bu ne yaaaa.. offf..Arkasından gelen 3 günlük evde yatmakla geçen rapor süreci...

E işte bu kadar hızlı bir dönüş yaşayınca ne denizin güzelliğini ne de ruhumu nasıl dinlendirdiğimi hatırlar oldum. Tatilin etkisi daha dönmeden silinip geçti çünkü.

Efendim bir de Merkür geriliyormuşmuş neymiş. Başak burcu kadın kısmısı bundan çok etkilenirmiş, hiç bir işi düz gitmeyecekmiş Temmuz ayında. Gel de inanma...Bu aya hayatımı etkileyecek kadar büyük bir sakatlıkla girdim. Evimin sigortaları patladı. Kısa devre yapmış kablolar. Tam onu tamir ettirdim derken dün akşam banyomun boruları tıkandı, sular taştı. Arabamdan tuhaf sesler geliyor ama ben onu tamirciye götürmeye tırsıyorum kesin ciddi birşey çıkacak diye...

Neyse işte daha fazla yazmak bile istemiyorum.. Sonuç olarak hiç dinlenmemiş gibiyim. 22'si haftasonu Assos'a gideceğim. Ağustos'da tekrar Datça'ya. Ama o zamana kadar benden umut yok canlarım.. Pek lanet, pek kısmetsiz, pek sakar, ve çokca keyifsizim.. Üstelik belim 10 günden sonra ilk kez bu kadar canımı yakıyor. Çok ağrım var. Adeta yerimde oturamıyorum...Yaşlandım ben...Valla...30'a 2 ay bile kalmadı şunun şurasında tabii...

Hiç çalışasım yok. Bütün işleri temizlemiştim gitmeden önce bir de. Eh ben biraz fotoğraflarla falan oynayayım. Belki koyarım bi kaç tane.. Belki yazı da yazarım ama söz vermeyeyim...

23 Haziran 2006

E Hadi Bana Eyvallah!



Gidiyom ben...





Datça'ya. Bizim sokağa...





Anneciğim ve babacığımı gelemiyor bu yıl...Aşklarını İstanbul'da yaşamaya devam edecekler...





Yapacaklarım var bir sürü. Şimdiden planladım. Yürüyüşler yaparım sahillerde...





Belki yürüyüşlerime eşlik etmek isteyenler olur...Hımm...





Taş toplarım yine...





Arkadaşım 'Çiko' bekliyordur beni...





Yan gelip yatarım kumlarda...





Kumdan kaleler yaparım sonra...





Pazara da giderim muhakkak...





Balık tutarım belki...





Tutamazsam 'Dut Dibi'nde balık rakı yapmadan dönmem...






Sahilde yürüyüş yaparım demişmiydim? (Hay allah.. bak fotoğraflar karışmış..)



Özleyin Beni!

22 Haziran 2006

Haci Haciyi Mekke de Deli Deliyi Dakkada Bulur



Yaaa.. Ben daha önce hiç böyle konuşan bir kedi görmemiştim. Cuma konuşuyo. Evet resmen dün gece konuştu. Bir bilene danıştım "mama yerken yapar, çok keyif aldığı içindir" dedi. Ama o sadece mama yerken değil ben bişey söylediğimde de cevap veriyor yaa... Konuşma konusunda kendim ile ilgili fikrimi daha önce yazmıştım zaten. Eee.. Kedisinin de farklı olması pek beklenir bir durum değil demek ki...ya ama ama yerim yaaa..


- cumaaaaa ben geldim nerdesin?
- (arka ayaklarını esneterek uyumakta olduğu mutfak sandalyesinden kalkarak kapıya doğru gelir) maauvvv miiuvvv miiyyaauuvv muuvvv..
- hımm.. ben de seni özledim. gelsene bakiim sen benim yanıma biraz...
- (kanepeye uzanmış bendenizin üzerine atlayarak) mauvv miiivvvv meeaauvvv..
- demek öyle. peki oyun da oynadın mı?
- (ellerinin arasına burnumu kıstırarak) muuuiivvv..
- afferim sana. gel bakalım yemek de yemiş misin?
- (ayağa kalkıp aşşağı iner gibi yapıp geri dönerek) miuvv mauvv mauvvvvv..
- eee, o kadar özel bi mama aldık sana seveceksin tabii..
- (mamaya tekrar yumularak) mauvuvvvv murgg muvv..
- tamam hadi biraz daha ye bakalım. Ben de gidip picamamı giyyim bari..
- (mama yemeğe devam. burada beni pek sallamıyo) mırk mırk mırk..

Açıkhava'da Ay Doğdu

auhahuahuhauauhauhahuahuauahuahuahuha...

Offf.. Dün geceden beri gülüyorum. Gece olayın hemen üzerine yazacaktım taze taze ama hem çok geç bir saatdi hem de uykum gelmişti. Öyle aç bilgisayarı, yaz falan yapamadım..ahauhahuauauahauahua...

Evet sevgili dinleyicilerim habercilikte son nokta. Hiçbir yerde duyamayacağınız ve göremeyeceğiniz bir haberi aktarıyoruz şimdi size...ahuahahuhahahuhauh

Ya dün akşam bir takım ısrarlara dayanamayıp bir konsere gittim Açıkhava'da. Özcan Deniz - Hüsnü Şenlendirici konseri. İkisinin de hepi topu birer ikişer şarkısını dinlenebilir buluyorum aslen ama bilet vardı, arkadaşlarımı severim, beraber vakit geçiririz (çok hainim lan ben) diye gittim. Neyse mevzuu bu değil. Efenim şimdi Özcan bey'in (taş gibi adammış bu arada) tam okurkene mikrofonu bozuldu. Hüsnü'cüğüm de (onun da yüzü güzel ve yetenekli bi adam hakkaten) olanca kibarlığı ile kendi mikrofonunu verdi. Bunu hemen fark eden ses ekibi gencecik bir asistanı (heyhat) sahneye yolladı değiştirsin bozuk mikrofonu diye. Gencimiz de sahnedeki tiplemelerden oldukça farklı bir tipolojiye sahip olduğu için anında dikkat çekti ve ister istemez gözler onu takip etmeye başladı. Bol, düşecekmiş gibi duran pantolonu, kısalı uzunlu katlı saç kesimi, üst üste giyilmiş t-shirtleri ve düzgün fiziği ile istediği kadar kenardan yürüsün herkes ona bakıyordu bi kere. Mikrofonu aldıııııı, eğilerek ve koşar adımlarla çıkmaya çalışırken ayağı kabloya takıldıııı ve emekleyen bebekler gibi dizlerinin üzerine düştü.

Ve işte o andı 4000 kişinin donup kaldığı an. O bol pantolon küçücük bir kıpraşmayı bekler haldeydi zaten. Garibim dizlerinin üzerinde durduğu pozisyondan ayakta pozisyona geçme aşamasında pantolonu ayak uydurmadı ona. İşin daha korkunç olan tarafı ise içine çamaşır neviinden koruyucu birşey giymemiş olması idi. Açıkhava tiyatrosuna ve tam da izleyiciye doğru bir ay doğru. Dolunay...Bembeyaz.. ahahuahuahuhauahuah ya iğrenç bir insanım ben yaaa... ahuhhahuhahhahuahuauauahuahuh...yazamıycam daha fazla... ahuhauhahuauahuahuahuh...

Geçen sene de yine açıkhava'da Zuhal olcay - Bülent Ortaçgil konserinde Zuhalimin memeleri açılmıştı. Hem de uzuuuun bir süre fark etmemişti. Hey allahım yaaa..Her yıl bişey..Lan lan.. Dur bakiim gelecek sene de Emre Altuğ'a gidiim bari. ahuhauhahua hakkaten iğrençmişim ben ama yaaa..

Bu olaylarıı da izledikten sonra sahne fobim yüzbin kat arttı. Artık ölsem çıkmam sahneye sanırım. Hiç bir şekilde hem de. auhahuahuhahuhahuahhuahuhauha

20 Haziran 2006

Deli Cuma

İstek üzerine Cuma'nın diğer fotoğrafları karşınızda. Komik yaratık...





19 Haziran 2006

Hoşgeldin 'Cuma'

Bu haftasonu istanbul'da geçirdiğim son haftasonuydu. Heyooooooooo...
Sevince aldanıp temelli gidiyorum sananlar yanılırlar tabii ki. Altı üstü bir hafta yok olacağım ortalıktan.

Yine güzel, yaza yakışır bir haftasonu yaptık. Bu kez uzun uzun anlatmayacağım. Çünkü bu haftasonu hayatımla ilgili önemli bir değişiklik yaptım. Artık evde epey kalabalığız. Hikayeyi anlatmadan önce diğer küçük detaylar neymiş haftasonuna dair onlara bir bakalım:

Cuma akşamı Taksim'de tam 8 kız eğlendik. Gerçekten çok eğlendik. Açık havada içilen 3 duble rakıdan sonra bendeniz şarkı bile söyledim; o derece. Çok sakin ve hoş bir yerde olmanın rahatlığı vardı sanırım üzerimde. Ya da bu neyin rahatlığıydı tam olarak bilmiyorum.

Cumartesi sabah eski bir arkadaşın telefonu ile yerimden sıçradım. Sabahın dokuzunda hatırladığım kadarı ile önce benden iyi bir küfür yedi, sonra benim evin oralarda olduğunu ve kahvaltı için beklediklerini söyledi. Yeni kız arkadaşı ile ziyarete gelmiş. Sabahın kör vakti tanıştırılmak istenmişim. Ah bu kadınlar ve takıntıları...

Öğlen ve akşam olanlar az sonra.

Pazar günü babalar günü olduğu için ailecek kahvaltıda buluştuk. Atölyede babam ile ben hazırladık kahvaltıyı. Karpuz peynir. Karpuzu ben, peyniri o dilimledi. Pek zor bir işi oldu. Sohbet ettik, hediye olarak aldığım 'Sabahat Akkiraz Orient Expressions' albümünü dinledik. Sonra ben koşarak eve gittim. Niye? anlatiim...

Cumartesi öğlene geri dönüyoruz. İşte o öğlen önemli bir işimiz vardı. Kedi almaya gittim.




Cuma günü gelen "kedimiz yavruladı ve yavrulara ev arıyoruz" mailinde gördüğüm an ona aşık oldum. Uzun zamandır kararsızdım. Bir kedi ile birlikte yaşayabilir miydim? Neredeyse bütün arkadaşlarımın kedileri vardı ve ben onları çok seviyordum, eh sanırım onlarda beni. Bir diğer taraftan köpek besleyen bir insan olarak kedilerin çok daha farklı olduklarını da biliyordum. Hiçbir zaman ben onun sahibi olamayacaktım. Ama bütün bu düşünceler o kediciği gördüğüm an yok oldu gitti. Gözleri öyle deli bakıyordu ki. Hemen "ben istiyorum, hemen gelebilirim ve alabilirim" dediğimde Burcu aradı, konuştuk sözleştik.

Yaprak ve Eylem bana eşlik ettiler. Gittik. Önce yavruları ve anneyi sevdik. Bu kalışımız yüreğimizin fazla dayanmayışından dolayı kısa sürdü tabii. Kediyi aldık ve oradan ayrıldık. Ne yapacağımı bilemiyordum. "Ne yiyecek, nasıl olacak, ilaç, aşı, ne yapıcam ben, nereye yapcak tuvaletini, hangi mama ona iyi gelir, erkek kedi kısırlaştırmak gerekiyor mu, ne zaman, ay ay ay" sorularıma, paniklerime Eylemcik olabildiğince sakin ve tek tek cevaplar verdi ve beni sakinleştirdi sağolsun. "çok tatlııııııııııııııııııı" olan kediye yol boyunca isim bulmaya çalıştık.

- Kara olsun..
- hımmm hayır yaaa..
- Kara Murat..
- ahahaahaha
- Black
- ı ıh..
- djarum
- o ne yaaa..
- cücü..
- o ne şimdi bee..
- Bulduuummmmmmmmmmmm!!!
- ??
- Cuma.. Cuma olsun. Hem siyah işte, hem cuma günü gelen mail ile bulduk onu, hem de ben Robinson'um işte..
- ahahaaha.. Oldu bu...



İstikamet tam teşekküllü bir market. Ivır zıvırlar, gerekli tüm malzemeler alındı. Ben de yavaş yavaş öğrenmeye başlamıştım. Sonra evimize geldik. Ve hayat benim için durdu. Artık evden beş dakika ayrı kalamayacağımı hissediyorum. Haftasonu bir çok ziyaretçimiz oldu. Cuma ile onları ağırladık. Özgür, Özge, Gülseren...Pazar günü veterinerimizin ilgili tavrı ve üşenmeksizin yaptığı açıklamaları ile bilmediklerimi de yavaş yavaş öğrenmeye başladım.

Ekin ve Cuma'nın macereları başladı...Hayırlısı bakalım...Şimdilik sabahları burnumu ısırarak uyandırmasından ve gece saçlarımın altına girip mırlayarak uyumasından hiç bir şikayetim yok.. Yaaa ne işim var benim burda. Eve gitmek istiyorum bir an önce...

15 Haziran 2006

Dolu-n-ay



Ne kadar güzel görünüyor değil mi?
Ama ben kendisinden pek hazetmiyorum artık!
Hayatımın hiç bir döneminde bir kez olsun yolunda gitmedi işlerim ay bu dolmuş hali aldığında.
İlk kez "ha ha bu kez beni yenemeyeceksin" dereken...
Ya bi git yaaa...

13 Haziran 2006

Bu ne beee...

Sabah sabah ayakkabımın içine su doldu. Niye? İstanbul'da 13 Haziran günü bardaktan boşalırcasına yağmur yağıyor çünkü. Ama klimalar efil efil çalışıyor maaşallah. Neymiş: iki ayar varmış. Bir yaz bir kış. Öyle ayarlanabilir değilmiş. Lan...Neyse...
Üşümeyi sevmiyorum, hele karanlık havadan nefret ediyorum. E bi de bugün salı, "salı sallanır", ayın 13'ü uğursuz gün. Bi de dolunay var. ohhh suyundan da koy.(hurafe bunlar)
Neyse şimdi MFÖ sizler için seslendiriyor sevgili dinleyicilerim "Mustafa yağmur var İstanbul'da" sağlıcakla kalın.

12 Haziran 2006

Bu haftasonu da Çocuklar Gibi Şendik!

Eveeeettt sevgili dinleyicilerim bu haftaki programımıza hoşgeldiniz.

Güneşin tenimizi yakıp açıkta kalan yerlerimizde amele yanıkları yaptığı, ayaklarımızın altının gezip tozmaktan nasırlaştığı, benzin masrafımızın x3 olduğu, evlerimize otel muamelesi yaptığımız, içimizin tuhaf heyecanlarla kabarıp kabarıp durulduğu, incecik tişörtlerden çıkan ve geçen yaz olmadığını hatırladığımız göbeklerimizi eritebilmek için yediğimiz karpuz yüzünden günün büyük bölümünü işimede (burada 'acele işeme şeytan karışır' espirimi yapmak isterim) geçirdiğimiz, "ay inanmıyoruuuaaammmm bir tanecik açık ayakkabım yok" diyerek kredi kartlarımızı kaç kez uzattığımızı hatırlamadığımız, beyaz pantolonun içine nasıl don giymemiz gerektiğini kızlar arasında uzun uzun tartıştığımız, yaz aylarına girdiğimiz şu günlerde...offf tamam sustum.

Kısaca hava süper abicim, güneş şahane, çamur yok, heryerler pıspırıl, kediler köpekler, biz de geziyoruz. Detay bölümüne alalım sizi:


Evet Cuma akşamından başlayalım bakalım: Efendim Cuma akşamının kısa özeti aslen şudur: Hakan'ı doyurmaya çalıştım. Ve fakat sanırım olmadı. Ev sahibi olarak yediklerinin listesini hiç dökmeyeyim ayıp olur. Kendisi kendi blogunda güzel güzel anlatmış zaten. (bkz: kakaycan) Öyle tatlı ki.

Ne diyorduk hah evet cuma akşamı. Haftanın en sevdiğim günü. Ertesi sabah erken uyanma derdi yok, erken uyuma zorunluluğu yok, dibine kadar dağıtsan toparlanacak daha bir sürü vaktin var falan.. Hava yağmurlu olduğu için evde kalmayı tercih ettik. Eylem, Akay, Hakan ve bendeniz yine spontan bir şekilde iş çıkış saatlerine göre sırayla benim malikhanede toplaştık. Yeni evin salonuna sığmadığı için antika bir sandık ile değiştirilmeye mahkum olmuş yemek masasının yokluğunu hiç hissettirmeden "gelen açtır, hadi bakalım mutfaktaki masada ye sen yemeğini" numarası ile o gecede yırttım ama nereye kadar. bakalım görücez.

Sanırım bizim beyin hücrelerimiz biraz fazla kıvrımlı. Bir araya geldiğimizde çok ilginç şeyler yapabiliyoruz çünkü. Bu kez kendimizi birden TDK'a inat bir takım kelimelere açılım yaparken bulduk ki hiçbirini buraya yazamam. Alt benliklerimiz gün yüzüne çıkışını şaşkınlıkla izledik. Dimi kız Cevriye.. Buluşlarımızı hakkaten yazamam ısrar etmeyin. Babam, annem falan okuyor yahu blog'u. (Babaaaa seni seviyorum. Ama sana yazdığım entry zaman ötesine geçince sildim. Karmayı da kurtaramadık. 20 puan düşmüş. 'leziz'dim 'baldan tatlı' olmuşum. aman çok üzüldüm) Ve tabii ki bu beyin fırtınası esnasında yine yine çok güldük. Ben seviyorum bu gülme işini. Bütün gün kazulet gibi oturunca iş yerinde biraraya geldiğimizde içim pörtlüyo...(ahahaah Yiğit Özgür hastasıyız. İçin çömelmiş, yüreğin göbelmiş)

Cuma akşamı yaşanacak bi akşamdı, anlatılacak değil o yüzden geçiyorum ama Akay'ın televizyona birer eleştirmen edasıyla baktığımız dakikalarda ettiği lafı yazmadan edemeyeceğim. (yazmak için 2 gündür aklımda tutmaya çalışıyorum zaten, çatlıycam) Efenim çok yetenekli şarkıcılarımızdan Gülşen hanım bir eda ile boktan şarkılarından birini icra ederken, biz "sesi mesi iğrenç ama taş gibi hatun valla, Erol'dan iyisini bulabilirmiş" falan gibi geyik üstü bir sohbete dalmaya meyil ederken "amaaannnn, bizim orda gümeye koysan ördek diye vururlar. o derece paytak bi hatun" diyerek serdi bizi yerlere.

---------------------------------
Ben de farkındayım her paragraf bir cümle oluyor, gereksiz taramalar, tanımlamalar yapıyorum aralarda. Ama ben girdiğim tüm yetenek sınavlarını da gereksiz taramalarla kazanmıştım.. ahaaha.. evet iğrenç bi espiri oldu.. tamam kestim.
---------------------------------

Cumartesi gayet vakitli uyanmam gerekiyordu çünkü bu yazın ilk nikahı o gündü. (açılış yani. Devamı gelir şimdi bunun) Kuafördü, saçdı, makyajdı derken bir yığın iş vardı. Saçlar boyandı, kıyafetler ütülendi (ıııyyy), süslendi püslendi evden çıkıldı. O şekilde Beşiktaş vapurunda pek sükse yaptım, ya da bana öyle geldi. Hah ama "of be mis gibi kokuyo" bana söylendi ondan eminim. Eskiden çok sinirlenirdim, yaşlandıkça mıdır nedir bi tuhaf oldum. Elbette bi değişiklik yok, maganda magandadır işte ama tepki vermiyorum artık onu fark ettim. Kaç Türk gencini sakat bırakmışlığım vardır oysa yollarda. Beşiktaş'dan Şişli nikah dairesine çıkış çok meşakkatli bir iş, sakın denemeyin. 3 taksi şöförü ile kavga edip en son sakin davranmam gerektiğini anlayarak ikna edebildim birini beni gideceğim yere ulaştırmaya. Mevzu malum: yakın mesafe. Neyse öyle böyle derken canımız Serdar'ımızı everdik. En şahane sahne nikahdan önce benim Serdar'a yaptığım nanik karşılığında onun gözlerini şaşı yaparak dil çıkarmasıydı sanırım ki gelin "evet" demeden önce biraz durakladı.

Oradan Aylin ve Tuğba ile çıktık. Hakan ve Akay'ı uzun zamandır görmemişlerdi. Birlikte yemek yiyecektik, haydi hep beraber dedik. Kızlarla araba ile Nişantaşı'na zar zor girdik, Hakan'ı ışıklardan topladık park ettik (bak yine çok gereksiz yazıyorum dimi yaaa) Teşvikiye Cafe'de durduk. Aman efendim bir canti, bir üst tabaka mekanlar...Bir aidiyet ve benlik arası çelişkiler falan.. Neyse..

Derken Akay da geldi. Sonra Eylem. Ve işte yine biraradayız. Heyoooo... Arkadaşlarım arasında birbiriyle tanışmayan kaldı mı onu düşünüyorum. Hımm Evet Eylem ve Tuba var..Kısmetse bu akşam..eheheh..Tırsıyorum bildiklerini ifşa etmelerinden.. ahahah şaka len şaka izlimiz saklımız mı var. Yazdıklarım yeter..

Ne diyorduk? Hımm Tuğba ve AYlin ikilisinden öpüştük koklaştık ve ayrıldık. Akay, Hakan, Eylem ve ben Alp Tamer'in sergisinin açılışına doğru Dirimart'a doğru seirttik. Hakan bir süre sonra bizden ayrıldı. Biz biraz içtik, biraz takıldık sergide. Ama en çok da resimlere bayıldık. Canım Alp yaa, öyle tatlı, o kadar gönlü zengin bi insan ki. Sergiden bi resim istedim "zaten biri senin, yeni eve" dedi. o derece böyle geniş bir insan yani. Ama ben de ona nikah şekeri verdim ağzı tatlansın diye.

Sergide yine bir sürü eş dost ahbap derken gülümsemekten ve öpüşmekten yüzümde bir uyuşma hissetmeye başlamıştım ki Akay ve Eylemin gözleri ile "hadi kaç" işaretini gördüğümde 'road runner' gibi toz oldum ortamdan. En son babamın teeee üniversiteden arkadaşı olduğunu ve beni göz yapımdan çıkardığını söyleyen bir kadının apartmanına doğalgazın nasıl hala gelmediğini dinliyordum. Adını hatırlamıyorum ama komşusunun adı Ceren.


Hava kaymak gibiydi. Sıcak ama delirtmiyor. Doğal klima var sanki ortamda. Yürüye yürüye kendimizi güzel bir kahveciye attık çünkü konuşmamız gereken meselelerimiz vardı. Kahveleri söyledik, konuşmamız gerekenleri konuştuk. Biraz kıpırdanmamız lazım, sonuç güzel olacak, gelecek günler bizimdir. Hele biraz haline yoluna sokalım kafamızdakileri sizlerle de paylaşacağız elbette. Takip ediniz efendim.



Akşamı etmiştik. artık mahallemize dönme vakti gelmişti. Akay bey Defne hanımlara gitmek için bizden ayrıldı. Eylem ve ben dolunayın olduğu gecede boğazda bir motor yolculuğu yapma şansını da yakalamıştık bu arada. oh ohhh.. Aman da yaz geldi diye çıkıp oynayasım vardı.

Cumartesi gecesini klasik bir şekilde 'televizyon makinası' izleyerek salondaki kanepenin üzerinde Pazar gününe bağladım. Arada bağlama sırasında bir kopukluk oldu sadece ki o da sokakta deli gibi kavga eden bir çiftti. Adam kadını dövüyo kadın "imdat" diye çığlıklar atıyo, mahalle halkı pencerelerden izlemek ile yetiniyo. Polisi aramamla ve onların hayrete düşürecek hızda 2.5 dk. içinde gelmesi ile ortalık eski sessizliğine kavuşuyo. Sanırım evin yerini çok doğru seçemedim bu kez.


Pazar sabahı Gülseren hanım uyandırdı efendim. Çalar saat gibi. Saat 12 dedinmi çalıyor benim telefonlar. Bir de itiraf etti "Evet bekliyorum o saate kadar. Çok sıkılıyorum ama kıyamıyorum, uyusun diyorum. Yoksa daha erken ararım" diye. Ayılmanın ardından aldık efendim kendilerini ve Alis hanımı evlerinden ve talep üzerine istikamet Anadolu hisarı. Oh göksu deresine nazır kahvaltımızı ve gazete keyfimizi yapıyoruz. Alis hanım da pek memnun doğal ortamda olmaktan. Oturduğumuz masanın altında zeminde bulunan ahşap döşemenin boşluklarından aşağıya dayamış burnunu hem izliyor hem kokluyor. Kıpırdayan su ile oyun oynuyor kendince. Derken akşamüstünü ediyoruz. Bu arada ben şemsiyenin dışında kalan kolumu yakmışım farkında değilmişim. Akşam acısıyla fark ediyorum. Sol kol amele.

Anneyi mutlu ettikten sonra babaya doğru yol alıyoruz. Bizimkinin türbeye dönüşmüş atölyesi yine full çekmiş. Yazar çizer ne ararsan orada. 78'liler memleketi kurtarıyorlar. Moda iskelesine karşı rakıları açmışlar, meze olarak karpuz yiyorlar. Tey tey...

Evi bok götürdüğünü hatırlıyor ve kadehimi istemeyerek de olsa terk ederek onları projeleri ile baş başa bırakıyorum. Kakılmış iş başında.

Akşam saatleri olduğunda haftasonunu bitirmeye hazırım. Akay ve Hakan geldi. Hepimizde bir miskinlik. aa niye acaba. çok mu gezdik ne? Hadi diyoruz ve bi güç Modaya çay bahçesine. Çaylar kahveler derken saat 11 gibi kalkıyoruz ve evlere dağılıyoruz. sonra televizyondu sözlükdü derken saat 1.30 gibi haftasonu bitiyor.

Çok güzeldi. Yazınca tekrar yaşamış gibi oldum.

Bize ayrılan sürenin sonuna geldiğimiz şu dakikalarda hepinize esenlikler dinleyerek huzurlarınızdan ayrılıyorum sevgili dinleyicilerim. Sağlıcakla kalın.

1 Haziran 2006

Dileklerimi Rüzgara Bıraktım


Eylem "Tibet'ten prayer flag geliyor" diyene kadar ne duymuştum ne de biliyordum ne olduğunu. Hint işi şeyleri çok sevdiğim için gezdiğim bir çok dükkanda görmüştüm ama ne olduğunu sormak gelmemişti aklıma bu bez parçalarının.


Biraz okudum. Tibetli budistlerin yüzyıllardır inandıkları ve uyguladıkları bir gelenek. Evlerinin dışına , rüzgar alan bir yere asarak dileklerinin rüzgar ile geldiğine inanıyorlar. Herhangi bir şekilde yere düşer veya bir zarar görürse yakılması gerekiyor ve uğursuzluk bu şekilde yok ediliyor. Beş renkten oluşuyor ve bunlar buda ailesini ve onun elementlerini yansıtıyor. mavi: uzay, beyaz: su, kırmızı: ateş, yeşil: hava ve rüzgar, sarı: dünya...Üzerindeki desenler ve yazılar uğur getireceğine inanılan anlatımlar içeriyor...

Ve dün geldi bizimkiler.
"Rüzgara asacaksın" dedi Eylem
"Üzerine istediğin şeyleri de ilave edebilirsin."
Heyecanla "ohoooo bissürü şey var yazacağım" dedim.
"hımm görücez, ben pek bişey yazamadım. Öyle olmuyor" dedi..

E haklıymış. Gece onlardan döndüğümde sakat ayağımla (burktuk efem) seke seke bir heves hemen evin rüzgarlı yerlerini araştırıp asmaya koyuldum. Önce dileklerimi ilave etmeliydim.. Aldım kalemi oturdum heyecan içinde hemen başlayacaktım yazmaya ama bulamadım birşey. Önce daha mutlu olmayı, sonra sağlıklı olmayı, e aile için de aynıları, sonra biraz da rahat yaşayacak maddiyat ee? sonra?? Üç dört şey yazdım. Daha ne olsundu.

Dilek dilerken bile niye aza kanaat ediyorum, niye hep "böyle de olur" diyen benim, niye "elimde var olan zaten en değerlisidir" düşüncesi beni böyle esir almış, bunca sukunet bana zarar veriyor farkındamıyım, kabullenmişlik..

Hımm şimdi şekilleniyor "prayer flag" üzerine yazacaklarım...

31 Mayıs 2006

Sebepler Sonuçlar

Dün bu eve ilk kez yemek sipariş ettim, kıymalı pide istedim, yerken domatesi yere düştü, almaya üşendim, bu akşam üzerine bastım ayağıma yapıştı.

Bir sigara yaktım, sigaranın içinden bi parça ateş elime düştü, sol elimin işaret parmağının üzerini yaktım, çığlık attım.

Kokulara karşı hassasiyetim var, çağrışım yapıyor, nevresimleri değiştirdim, yıkamak için çamaşır makinasına koydum, göze deterjan koyarken elim bir an titredi, döktüm, şarjlı elektrik süpürgesini aldım, süpürdüm.

Saçma oyunlarım var, herhangi bir kanal açayım istedim, evde ses olsun dedim, içimden bir sayı tuttum, 32 dedim, powerturk çıktı, Emel 'hovarda'yı söylüyordu, Seray Sever oynamış, tanrı hiç bir kadını böyle yapmasın diye içimden geçirdim.

Memedali'nin mezuniyet bitirme heykeli bir sergi için seçildi, "cv yazılması gerekiyor" dedi, Hakan'ı aradım, profosyonel destek aldım, gece 24'e kadar oturdum yazdım, gönderdim, "böyle birşey istemiyorlar" dedi, kavga ettik, birbirimizin yüzüne telefon kapadık, üzüldüm.

Parfümüm bitmiş, deodorant sıktım, deodorant pudralıymış, yeni bluzum leke oldu, yıkadım, renkleri birbirine karıştı, bir miktar parayı daha çöpe attım.

Kaşımı aldırdım, Sevgi yoktu, Nuray aldı, fazla almış, kaşım inceldi, inceldiği yetmiyormuş gibi biri ince biri kalın olmuş, Meloş fark etti.

Power Turk'de Şebnem Ferah çıktı bu kez, çakıl taşları'nı söyledi, altında ağ olmadan yerden yükseldin mi? dedi, düşündüm,
tam zevkine varmışken birden yere düştün mü sen?dedi, düşündüm, sık sık oluyor dedim, bir sigara daha yaktım.

Aldığım çileğin tamamını yıkadım bir kaseye koydum, ayırmaya üşendim tamamını yanıma aldım oturdum, bir taraftan yazdım, bir taraftan yedim, yarım kilo çilek yediğimi fark ettim, utandım.

Çok öksürdüm,sigarayı bırakmaya karar verdim, ne zaman içmeye başladığımı hatırlamaya çalıştım, hatırladım, efkarlandım, bi tane daha yaktım.

Evin tam karşısındaki 'Mahur Cafe'de kalabalık dikkatimi çekti, içeri baktım, Mehmet Altan, Eşber Yağmurdereli ve Murathan Mungan'ı gördüm, içeri girsem istedim, giremedim, hayıflandım.

Eylem beni aradı, telefonum çekmedi, konuşamadık, vapura bindim ben onu aradım, telefonum çekmedi, yanımdaki kız çatır çatır sevgilisinin ağzına sıçıyordu oysaki, eve geldim aradım, konuştuk, ani bir mauuuvvvvv sesi gelince irkildik, Özgür'e sorduk, sari eve erkek atmış, taktir ettim.

Gazi Üniversitesi mezunları sergi düzenleyeceklermiş, babam "o iş öyle olmaz" dedi, Nevzat sponsor buldu, babam el attı, sergi kapsamı arttı, en az 500 sayfalık bir kitap yapılması kararlaştırıldı, benden istediler, peşin çalışırım dedim, eskiden Nevzat'ın bana attığı 1000 dolarlık kazık geldi aklıma, nasıl büyüdüğümü anladım.

Önemli bir mail göndermem gerekiyordu, telefonda mail adresini aldım, yazdığım kağıdı yanlışlıkla çöpe attım, iş bitip maili gönderme zamanı geldiğinde fellik fellik arandım, fark edince ne bok yediğimi elimi çöp kutusuna daldırdım, sabah içtiğim poşet çayın ıslaklığını hissettim, iğrendim, öğürdüm.

off yeter sıkıldım...

30 Mayıs 2006

Bugün...

Bir sıkıntı var anlayamadığım, anlatamadığım...
kah susmak bunu dağıtmak istiyorum...
kah bağırmak isyan etmek...
Ama bağırsam da sesim çıkmaz ki...
bunu biliyorum...

24 Mayıs 2006

Datça'yı Özledim

Ah bu ben kendimi nerelerde bulsam
Çekilsem sahillere hayaller mi kursam...




Yattığım yerden kadraj bu kadar oluyo.

22 Mayıs 2006

Ufak Bir Mola

Herkes yapar mı bunu, benim gibi oyunlar oynar mı kendi kendine bilmiyorum. Ufak tefek oyunlarım var sıkıldıkça oynadığım. Saniyelik, saçma sapan şeyler. Binlerce şarkının olduğu itunes listemde gözlerimi kapayarak herhangi bir şarkının üzerine tıklamak gibi. "Hadi bu benim ruh halimi yansıtsın bakalım" gibi bir de görev yüklüyorum zaman zaman.
Vardır herkesin böyle huyları değil mi? Sadece ben yazarak meşrulaştırıyorumdur.

Şimdi yine deniyorum.. Bakalım ne çıkacak?
.
.
.
Tam Ortasındayım...MFÖ....

Hımm.. sözler?
...
tam ortasındayım yolun
koşunun ortasındayım
tam varıyorum ki hedefe
bir yenisi başlıyor...

Tatil Notları

Uzun geçen keyifli bir tatil oldu.

Öncelikle şunu söyleyeyim ki çok çabalamama rağmen, yazmak için bilgisayarın başına geçeli yarım saat geçmiş olmasına rağmen perşembe akşamını hatırlamıyorum :) Hakkaten hatırlamıyorum. Yaşlanma belirtisi? Hayır hayır değil!!!

Cuma sabah Memedali olabilecek en sevimli ses tonuyla uyandırdı beni. (Saat 13.00 gibiydi, hala kafamda sabah olarak yer etmişse perşembe akşamı hızlı geçmiş olmalı. alla alla hala hatırlamıyorum) "ekiiinnn kardeşin için bugün ne yapacağını hatırlıyormusun?" Hımm biraz düşünürsem hatırlarım.
Kardeşden habersiz anne aradı ardından bir 5 dk. sonra yan odadan :) "Haydi kalk Fenerbahçe'de dayınlar bekliyor bizi." Yauv bi aranızda anlaşın sonra arayın beni.
Karar verildi. Hızlı bir hazırlanış ve apar topar bir çıkış yaptım. Anne alınacak önce. Hedef Romantika cafe, çok açım.
Hava muhteşem, kokular ise baş döndürüyor. İstanbul'a olan hayranlığım deniz kenarında olduğumda artıyor. Karar verdim ben yazın seviyorum bu şehri. Kışın ise kaçma isteğim en üst noktalara çıkıyor.


Aile sanatçı, aile dünyaya proje için gelmiş, Oturuldu, konuşuldu, paylaşıldı, fikirler verildi alındı. Çok güzel şeyler olacak.
Anne bırakıldı kardeş alındı.
Budakhan'ın yolu tutuldu. Hemen karşı dükkan. Aile dövmecimiz kendisi. Saçlarını kestirmiş ama hala yakışıklı.. öhö öhö neyse ne diyorduk...Gidildi ve memo'nun zamanında yaptırdığı dövme gösterildi, düzeltmesi istendi. Tutar öğrenildi ve bu plan uzuuuuuuun bir zaman sonra gerçekleştirilmek üzere ertelendi. (Yuh diyoruz resmen yatırım mahiyetinde bir bedel.)
Sonra Kadıköy'de ne kadar nalburiye varsa gezilerek uygun ölçüde şakül arandı. Şakül evet. Yok yok bizim oğlanın şakülü kaymadı. (yauv çok yakışıklı bi kardeşim var beee..Aslanım benim.) Bitirme ödevine mi takacakmış ne. Heykel yapıyo da kendisi.
Hazır aşşağı inmişken Yazıcıoğlu'ndan boş cd alındı. İndirilen yeni albümler kaydolacak abla için :)
Yıllardır vermiş olduğum bir sözü gerçekleştirmenin zamanı gelmişti. "Çalışırsam bir gün sana istediğin gibi bir deri ceket alacağım" demiştim. Kısmet bugüne hadi bakalım dedi bizimki. Yeni taşındık para yok falan dedim ama ı ıh.. İnsafsız..Neyse sen yeterki böyle iyi ol, yeterki benimle ol her bişeycikler yaparım dedim veeee atladığımız gibi caddeye indik. (yok be kardeşim cadde çocuğu değiliz. İstanbul'un en ucuz dericisi RRM orada. Valla bi ayakkabılar aldım aklınız durur. ehehe valla ucuz yaa. Yoksa 4 çift ayakkabı nasıl alayım. bir yuh da kendime)
İkimizde mutlu mesut mahallemize geri döndük. Evli evine köylü köyüne. Giriş o giriş o akşam dinlence.

Cumartesi sabah anne uyandırdı bu kez. Hızlı bir hazırlanış ve apar topar bir çıkış daha yaptım. Ben yine çok açım. Pan pan'ın kokusu ta evin ordan duyuluyor. Anne ile köşede buluşuldu. Hedef Kemal'in yeri iken yer bulamadığımız için moda çay bahçesine kaydık.
Hava yine muhteşem, kokular yine baş döndürüyor. Hımm İstanbul'a hayranlığım hoşlanmaya doğru yol alıyor.


Öğlene kadar oturmuşuz orada. Akşam oluyor ve bir grup arkadaş ile Mojo'da Circus Band eşliğinde "eskilerden de çalsalar ya" diye dua ederken buluyoruz kendimizi. İstiklal caddesine ait bir kaç not: İstanbul'da benim için sadece yazın var olan bir mekan da burası. O kadar farklılaşıyor ki gözümde. Gecenin bir yarısı bile güzel. Şimdi beni bilenler "gece yarısı? Ekin? İstiklal? Güzel?" diyecekler içlerinden. Ne zaman güzel oluyor? Tabii güvende olduğumu hissedersem. Güvendemiydim? Şüphesiz.


Pazar sabah saat 13.00 gibi uyanıyoruz yine. (tatil günleri benim sabahım saat 1 anlaşıldı. Ama hala perşembe akşamını hatırlamıyorum.) Şahane bir kahvaltı hazırlıyoruz kendimize, ballı, sosisli, peynirli... Çok şükür sandviç yemekden kurtuldum.
Derken huzurumuz boktan bir şekilde kesiliyor. Küfür etmiyorum yahuu, hakkaten boktan. Tuvalet taştı. Birimizin elinde lavabo açıcı (ne işe yarayacaksa) birimizin elinde kaynamış su bi taraftan gülüyor halimize bir tarafdan ne bok yiyeceğimizi düşünüyoruz. Kapı çalıyor gelen anne. Vazgeçip bokla uğraşmayı kendimizi dışarı atıyoruz. (Yaz kesin geldi. Kendimi içeride tutamıyorum) Öyle bir yollardan yürütüyor ki bizi, yaşadığımız şehri ilk kez görmüşcesine çığlıklar atıyoruz. "bu nasıl bir güzellik bu nasıl bir manzara."
Hava tabii ki yine muhteşem, kokular tabii ki yine baş döndürüyor. İstanbul'a karşı hoşlanma duygum aşk olmaya doğru yol alıyor.
Sahil yürüyüşü Babamın atölyesinde sonlanıyor. Bir tekerrür yaşıyoruz. Aile sanatçı, aile dünyaya proje için gelmiş, Oturuldu, konuşuldu, paylaşıldı, fikirler verildi alındı. Çok güzel şeyler olacak bu projede de. 'İskele radikal'. Hoydabre..
Şimdi İstikamet çocukluk arkadaşım Başak, can ciğer kuzu sarmam. Doğuma 7 hafta kalmış. İpek hanım bekleniyor heyecanla. Yanmışız. Çok hareketli bir kız olacak şimdiden belli. Kıpır kıpır. İlk kez bir bebeğin kıpırtılarını dışarıdan bakarak gördüm. Mucize gibi birşey. Klasiklere ise alıştım. Albüm gösteriyor yeni doğum yapanlar. Doğurmamış olanlar ise hareketli ultrason görüntülerini dvd den.
Geçen hafta yapmış olduğum 3 bebek ziyaretinin üzerine bir de hamile ziyaretinin ardından akıllı uslu evime dönüyorum. Bok basmış tuvaletimle başbaşayım.
Problemi bir tesisatçı havasına bürünerek gideriyorum. Ardından temizlik. Tatili sonlandırmaya hazırım.

Güzel, hızlı, eğlenceli bir tatil oldu. İstanbul'a bir kez daha aşık oldum. Bu yaz kendisi ile özel olarak ilgilenmeye karar veriyorum.


Bu hislerle dingin, huzurlu bitiriyorum işte tatili bu gece. Perşembe akşamını hala hatırlamasamda yarın sabah saat 6 da uyanmam gerektiğini biliyorum...

Bi dakka bi dakka hatırladıııımmmm... Kakay ile beraberdik Perşembe akşamı. Evde olmak istememiştim, özlemişdim de, ben gittim onlara, Akay yoktu. Yemek yedik, Eurovision yarı finalini izledik, yayıldık... Oh bee..Yaşlanmıyorum.. Biraz zorlandım ama hatırladım.:))

18 Mayıs 2006

İki Mars Bir Oyun


Yıldızlar, gökyüzü seviyorum uğraşmayı. Son bir kaç yıldır astrolojik dizilimlerine de inanıyorum hatta. Her gezegenin dünya ile mesafesi-konumu değişince tüm ruh halimizin değiştiğine de inanıyorum. Hala pek bilimsel bulmamama karşın evet inanıyorum astrolojiye.
Mars ile ilgili bir mail aldım onun için açtım bu konuyu şimdi. Nerden çıktı durup durmadık yerde demeyiniz efem...

Mars astrolojide fiziksel gücü, enerjiyi, fiziksel zevkleri, hareketliliği, cesareti, özgürlüğü sembolize eden gezegendir. Şu "yıldızınız bilmem ne evinde" falan dedikleri durumda mars burcundayken kişilerin cinsellik aktivitelerinin de arttığı yazar hep. (yazıyolar valla, ben özel bir araştırma yapmadım konu ile ilgili) Yani "aman bu aralar pek bir özgürlüğüme düşkün oldum, gözüm pek dışarılarda, böyle bir enerji var bende" dediğiniz zamanlar işin içinde Mars'ın parmağı oluyor yani.

Gelen mail ise şöyle: Mars Ağustostan itibaren geceleri gökyüzünün en parlak cismi olacak, çıplak gözle dolunay kadar büyük görünecekmiş. 27 Ağustos'ta Mars dünyaya 34,65 milyon mil yaklaştığında en büyük göründüğü gün olacakmış. 27 Ağustos gecesi 00:30'da gökyüzünü
izlememizi tavsiye ediyorlar. Dünyanın iki ay'ı varmış gibi görünecekmiş. Mars'ın dünyaya bu kadar yakın geçeceği bir sonraki tarih 2287 yılıymış. "Bugün hayatta olan hiçbir kimse bu olayı tekrar göremeyecek" diye de dahiyane bir saptama yapmışlar.

Saptadıkları konuya bak. Marsdan bahsediyoruz. Enerji diyoruz. Şunu demeleri gerekmez mi: "Mars'ın dünyaya en yakın geçeceği tarih. Hepiniz kendinizi eve kilitleyin. Aman diyim bugün hayatta olan hiçbir kimsenin bir daha gözü bu kadar dönmeyecek"

Dolunay insanın feleğini şaşırtıyor zaten yanında bir de Mars olacak bonus olarak.
Takvime baktım Pazar gününü Pazartesine bağlayan gece 27 Ağustos...

Neyse. Böyle işte.

17 Mayıs 2006

Bıdı Bıdı Bıdı

Bana bir haller oldu. Sebebini bilmiyorum. Çenem bir açıldı son günlerde sormayın gitsin. Konuşurken, yazarken söylemem gerekenin, yazmam gerekenin iki katını söylüyorum. Normal bir cümleyi detaylandırdıkça detaylandırıyorum.
Kolibasili'nin bloguna comment yazdım görünce şok olacak. Destan sanki mübarek.
Premathe bana günaydın dediğine pişman oluyordur eminim hergün.(son iki akşamdır iyi geceler demeden kaçıyor zaten. ahahahaah)
Dün bir toplantı yaptım (ki 4 yıldır standart her yeni ajansa verdiğim dersler, saçma) ortalama 1 saat süren toplantı oldumu 2.5 saat. Bir de içimden diyorum ki "abicim bi kalkın gidin yaa, işimiz gücümüz var, bak hala dinliyo beni" ahaaaha.. dinler tabii. Susmadın ki. Adamlar içlerinden ne diyorlardı acaba. "amaaannnnn bunu alan yanmış, ne çeneymiş be kardeşim. Altı üstü boktan bir e harfi ve nerede kullanıldığını anlatacaksın yani"
Ay bilmiyorum işte. Bildiğim tek şey çok konuştuğum. Kardeşim söyledi geçen cuma günü. Tıngır mıngır gidiyoruz böyle, ben sürekli konuşuyormuşum. "Ekin bi sus yaa, önüne bak, her arabaya bişey söylüyosun" dedi.. Dedi de dediğine pişman oldu. Aahaahah bir yığın da ona konuştum.. "ay görmüyomusun şehir magandasını sinyal vermeden nasıl kırdı önüme yaaa, bunlar böyle hergün neler yapıyor. geçen akşam gidiyorum ben böyle..." ahahahaaah
(ya bu arada ben niye yazının aralarına travis gibi kahkaha efekti koyuyorum? ahaahaah iyiymiş ama.)
Bahar geldi kış rehavetini attım ondan sanırım bu çene açılma durumum. İçinden "aman kış gelsede acık sussa artık" diyenleri duyar gibiyim. Aşk olsun yaaa..(olsun tabii yaaa)
Ahaahaah tamam tamam sustum.. Bahar benim başıma vurdu. Hişş Pre!! Alsana şunun yarısını benden olum...

Not: Yazıda adı geçenler, beni tanıyıp da bu yazıyı okuyanlar size sesleniyorum.. Yorum yazın.."Hayır Ekin biz senden memnunuz" diyin..."Çok konuşmuyorsun" diyin. Yada tamam insaf edelim: "çok konuşuyorsun ama seviyoruz biz seni böyle" diyin.. Huuuu... nütfen... doktora gitcem yoksa valla, dudaklarımı, parmaklarımı diktiricem :)))

14 Mayıs 2006

Gözlerine Bakarken

İşte şimdi, tam da şu anda bu şiiri bizzat ben, kendi şahsıma hediye ediyorum.
Teşekkür ederim canım, bitanesin.

Gözlerine bakarken
Güneşli bir toprak kokusu vuruyor başıma,
Bir buğday tarlasında, ekinlerin içinde
Kayboluyorum...
Yeşil pırıltılarla uçsuz bucaksız bir uçurum,
Durup dinlenmeden değişen ebedi madde gibi gözlerin:
Sırrını her gün bir parça veren
Fakat hiç bir zaman
Büsbütün teslim olmayacak olan...

Nazım Hikmet

12 Mayıs 2006

Şakşako



'Pampalpişo' yazısının sonunda bahsettiğim 'şakşako' konusuna geldim. Aslında amacım yazı falan yazmak değil. Fotoğraflarımı paylaşmak. Onun için uzatmaya da gerek yok düşüncesindeyim. Efendim karşınızda 'şakşako'.

İsminin nerelerden gelerek bu hali almış olabileceği hakkinda yaptığımız fikir alışverişleri sonucu tam bir sonuca varamadık babamla. Dialog şöyle gelişti.

İ.Ç: Renginden kaynaklanan birşey olmalı. Güneydoğu insanı renk cümbüşünü sever. Bu kırmızı çok şiddetli, etkilemiş olmalı. Fonetik yönleri ağır bastığı için tanımlamaları da o yönde. Şakşako. Tam da o rengin şiddetinde. Dolu dolu.

E.Ç: ahaahaha bence de fonetik. Ama bana kalırsa rengi ile alakalı değil. Direkt olarak yapraklarının fiziksel özelliğinden kaynaklanıyor. Hemen kopan yaprağın değerlendirilmesine yönelik bir çaba. Avucu yumruk yapmak suretiyle üzerine konulması ve diğer avuç içini üzerine hızlıca oturtarak çıkarılan sesi daha çok anımsatıyor sanki. Tam da o sesin şiddetinde. Dolu dolu.

İ.Ç: ahaahaahaa.. Biz seni kız çocuğu olarak yetiştirdik değil mi?

E.Ç: Sanırım. Ama arada bir boşluk var. ahaahaaha...

İ.Ç: Şu resmin adını değiştirsek mi ne dersin?

E.Ç: Hangisinin?

İ.Ç: Bunun işte...Şakşako yapalım...Benim anlattığım ve senin tanımlaman cuk oturuyor. ahaahaah...

E.Ç: Bi kadeh daha?

10 Mayıs 2006

Pampalpişo




Bunun adını bilen var mı? Ben bilmiyorum. Daha doğrusu biliyorum ama benim bildiğimi de kimse anlamıyor. Benim bildiğim diğerlerinin bildiğinden farklı yani. Sanırım şimdi de ne dediğim anlaşılmıyor değil mi.
Baştan alalım anlatmaya peki...
Şimdi şu solda görmüş olduğunuz bitkinin adına Urfa da 'pampalpişo" deniyor. Ve ben bu ismi çok seviyorum. İnanılmaz fonetik geliyor. Sanki o görüntünün üzerine tam oturan kelime buymuş gibi. -pampal- bölümü onun uçuşurken yarattığı efekt sanki, -pişo- kısmı ise sevimli ve çocuksuluğu çağrıştırıyor. İşte benim kulağıma çok hoş gelen bu objesine cuk oturmuş kelimenin genel kullanılan adını merak ediyorum. Pampalpişo kadar kulağıma hoş gelecek mi acaba...
Bir de 'şakşako' vardır ki, onu da sonra anlatırım.

9 Mayıs 2006

Alis Hanım'a da bir küçük yazı..



Şu güzelliğe bir bakarmıyız. Kızımız alis işte bu. Öğrenciliğimin son yılında Eskişehir'de kendini sevdirdi sevdireli bizimle. Bir avcumun içine sığacak büyüklükdeydi benimle İstanbul'a geldiğinde. Şimdi pek büyük olduğu söylenemez ama sesi epey bir gelişti.
Çok uzun anlatmayacağım. Çünkü Alis bu. Bilen çok iyi bilir ki: Alice anlatılmaz yaşanır :)

Kısır Bahane Dostlar Şahane



Herhalde her Türk evinde yapılan ve çok sevilen lezzetlerden biri de kısırdır. Kişiye göre yapılışı değişen ilginç bir yemek.Aslında elim de gitmiyor yemek demeğe bu meze vari yiyeceğe amaaaaaaaaa...

Dün akşam dostlarla bir kısır partisi yaşadık ki dillere destan. Eylem ile uzun zamandır sayıklar hale gelmiştik. Ve tam iş çıkışı “nasılsın iyimisin” konuşması yapmak amaçlı ahize kaldırıldığında dialog kendiliğinden gelişti; akıllardaki dile döküldü:

- Eylem! kısır diyorum..
- Diyosun?
- Dedim bile!!
- Kabul ediyorum.
- Hadi tutma beni, Telefonu kapatıyorum, işim var :)

Kısır tabii bu. Öyle yapılınca 2 kişilik de olmuyor. (Gerçi ikimize zaten 2 kişilik yetmez ama neyseeee) Elimin ayarı da yok zaten, e uzun zamandır görüşülmemiş, özlenmiş canlar da var...Koy biraz daha bulgur leğene iyisimi.

Hemen organize olup kadroyu oluşturduk. E biz kalabalığız kardeşim. Bir araya geldiğimizde hep ‘cahil periler’ filminin balkonda yemek sahnesi geliyor aklıma. Aynen bizde de öyle. Aynı sahne. İtalyanlar gibi; masa etrafında, herkesde bir çene, bir mutluluk, bir gürültü... Bayılıyorum. Espiriler, kahkahalar havalarda uçuşuyor. Akay’ın nereden bulup söylediğini hala anlayamadığımız kelime öbekleri, Hakan’ın anıları, Eylem ve benim laf yetiştirmeye çalıflmalarımız ama gülmekten tıkanıp bi halt söyleyemeyişimiz, “ama amaaaa” larımız...Melike’nin arada bir espirileri ciddi sanmaları, Akay’ın onu dürtükleyerek şaka yaptığını ifade edişi. Kahkahalarımız, kahkahalarımız...
İyi ki varsınız.



Ne diyorduk? Hah kısır!! Güzel bir yiyecek işte. Sırrı nar ekflisi+limon suyu ikilisinde. Hadi asıl sırrı da açıklayayım. Aslen Mardin’li olan anneanneciğimin yadigarı önemli bir tiyo, bir kenara not edin: bir tutam tarçın ve bir tutam karanfil..
Afiyet bal şeker olsun. Ama daha önemlisi inşallah sizin de paylaşak böyle dostlarınız olsun.

Demet Demet Olsun Kucakları Doldursun



Coşku, özgürlük, dostluk, mutluluk, gülümseme, sevinç, heyecan, umut, masumiyet, sadelik, hafiflik, sevgi, ve elbette aşk mevsimi bahar. Ve onun çiçeği PAPATYA.

En sevdiğim. Sadece anmak için öylesine yazmak istediğim. Sebebi yok. öylesine.

Datça'dan haberler geliyor: "papatyalar var her yerde. insan boyu oldu. her yer, her yer papatya"
Heyecanlanıyorum, gitmek istiyorum. Sadece onları öyle çoşkulu görebilmek için. Bir kucak dolusu bile yetmediği için. Uçsuz bucaksız o güzelliği hafızama kaydetmek için.

seviyorum sevmiyorum seviyorum sevmiyorum seviyorum sevmiyorum seviyorum...

-----------------------------------------
Boynu bükük bir papatya olduğuma bakıpta
Senden vazgeçtim sanıp sakın aldanma
Yedi kat yerin altından örgütlenip
Takılıverdim saçının arasına
-----------------------------------------

2 Mayıs 2006

İsteyene bir çorba tarifi

Bilen çok iyi bilir ki Ekin kişisi yemek yapmayı çok sever. Yaptığı yemekleri paylaşmayı daha çok sever tabii. Sık sık dostları ile biraraya gelerek sohbetler eşliğinde yeni tatlar denemeyi bir de.
Hazır çorba demişken en sevdiğim çorbalardan birinin tarifini paylaşmak istedim. Gün itibarı ile hastayım ya canım istedi sanırım. Eveeetttttt:

FESLEĞENLİ DOMATES ÇORBASI
----------------------------

Efendim orta büyüklükte 3 adet domatese ihtiyacınız var. Şansınız var ise kokulu olanlarından bulursunuz da çorbanız bişeye benzer.

Bu domatesleri bir tencereye rendeliyorsunuz. Üzerine tuz ve biraz zeytinyağı gezdirerek kapağını kapadığınız tencerede pişmeye bırakıyorsunuz. Benden süre ve miktar istemeyin imkansız. Veremem, göz kararı hepsi.
Efenim sonracııma pişen domatese bir miktar da suda ezilmiş domates salçası karıştırıyorsunuz ve üzerine çok olmamak koşuluyla azıcık da su ilave ederek kaynamaya bırakıyorsunuz.
Yaz mevsiminin geliyor olmasına güvenerek 'fesleğen' diyeceğim size. Evet, fesleğen mis kokulu bir ot. Hangi yemekde kullanılırsa kullanılsın bambaşka birşey oluyor.

Kaynamakta olan suya attığınız şehriyeler pişerken siz de fesleğeni yaprak yaprak ayırabilirsiniz.
Tercihe göre sarımsak ve limon da ilave edilebilir bu sırada çorbaya elbette.
Şehriyeler pişip çorbanın üzerinde hiç köpük kalmadığında indirebilirsiniz ateşten. Ve ayırdığımız fesleğenleri koyup üzerine kapağını kapatabilirsiniz. İşte hazır.
Hımm.. kokusunu duyan var mı???

yok mu bana bakacak biri?


Haftabaşı itibarıyle yakaladı beni yine bu meret. Faranjit, bronşit.. Her isim takıldı kendisine. Soğuk algınlığı değil ama. Daha çiddi geliyor kulağa diğer isimler diye sanırım, korkuyorum.
Ateş, ağrı, uyku ne arasan var. Hastalanacağımı hissettiğim an önlemlerimi almaya başladım ama ne çare. Kaçış yok. Herzamanki gbi yine çok ağır ellerindeyim vicdansız hastalığın. İş yerinde olmak cabası. Kafamı kaldıramıyorum, gözlerimi açamıyorum...Sabahtan beri hayal kuruyorum: "şöyle güzel bi tas çorba olsaydı şimdi"... Hain Orchant'a söyledim "bi mercimek çorbası olsa, şöyle süzme..yaparmısın" diye.. "mercimek süzemem ama göz süzerim" dedi...İnsanın böyle dostlarının olması ne şans değil mi :)
Neyse gelelim anlatmak istediğim konuya asıl. Çocukluğumdan beri hiç nazım kaprisim yoktur. Her işimi kendim halleder, her zorluğun üstesinden gelirim. (zaman zaman iyi birşey olmadığını düşünsemde.) Ama bu hastalık zamanları yok mu.. ah bitiriyor beni. Dünyanın en zayıf kişiliği haline geliyorum. Herkes sorsun nasılım diye, koşuştursun insanlar iyileşeyim diye, korksunlar bana birşey olacak diye, ekstra sevgi gösterileri düzenlensin istiyorum... Normal mi, herkes böyle olur mu bilmiyorum ama ben böyle olmayı seviyorum. Sanırım hastayken baskıladığımız duygularımız ortaya çıkıyor. Bünye ile beraber ruh da zayıflıyor. Bakışlarım değişiyor, hastalıktan dolayı baygın olan gözleri bu ruh hali içinde bir kat da ben bayıltıyorum.. ohhh şahanee...
Annemi aramadım daha. Arasam hemen gelip birşeyler kaynatacak şakkadanak iyileşicem biliyorum. Ama sonra yapamıycam bu kaprisleri. Sırf bu yüzden şirket doktoruna indim. 5 değişik çeşit ilaç yazdı. Hah işte budur. Şimdi yavaş yavaş iyileşirim.

Hepsinin saatlerini akılda tutamayacaım için yazdım bir kaıda. Her saat birey. Aslında birini görevlendirmek vardı ya bunları bana hatırlatacak.. Var mı gönüllü acaba.. hımm ben bi bakınayım etrafa.. ayyyy.. çok hastayııımmmm...

1 Mayıs 2006

deneme bir kii






İnternet dünyası ile tanışmamın üzerinden çok uzun zaman geçmiş. Ancak dahil olmaya hevesleneli (yada yelteneli diyelim) çok zaman olmadı. bütün bunlar ekşi sözlük maceramla başladı. sonra sayısız siteye üyelikler derken bugün bunu deniyorum. Bakalım.. Hoşuma giderse devam eder gitmezse kestirip atarım şimdiden söyleyeyim..